Bitkisel tedaviler nasıl işe yarar?

Bilim, Düşünceler, Güncel

Alternatifiydi, gelenekseliydi, ortodoksuydu derken, tıbbi yontem ve yaklaşımlar arasındaki tartışma gittikçe alevleniyor. Bir yandan tıbbi herhangi bir eğitimi olmayan insanların da aralarında bulunduğu bir kesim “her derda deva bitkiler” hakkında kitaplar yazıp tedaviler öneriyorlar. Diğer yandan bir kısım tabipler, ilaçlar ve kanıta dayalı tıp dışında herhangi bir sağaltım yöntemini kabul etmemek konusunda ileri düzeyde bir tutuculuk içindeler. En geniş nüfusa sahip olduğunu düşündüğüm bir başka grup ise, ilaçların bir çoğunun tabiattaki bileşimlerden elde edildiği gerçeğinden de hareketle, ilaçlara destek olabilecek bitkisel rejimlerin varlığını kabul ediyor, hatta ara sıra uyguluyor; fakat iş bunları tıbbi olarak ciddi bir biçimde gündeme almaya gelince, o noktada oldukça çekinceli yaklaşıyorlar.

Bu yazıyı okuyorsanız, bir şekilde bitkisel tedavi ve modern tıp arasındaki bu tartışmaya müdahil olmuşsunuz demektir (hangimiz olmadık ki?). Şimdi size konuyla ilgili elimden geldiğince farklı bir bakış açısı sunmaya çalışacağım. Bu konuda daha önce bolca konuşma fırsatı bulduğum klinik hekim arkadaşlarımızın görüşlerini ve geleneksel tıp felsefesinden gelen bilgileri, “sistem bakışı” ve “karmaşıklık bilimi” gözlüğüyle kısca aktarmaya çalışacağım.

Bitkisel tedavi ile “ilaç” arasındaki fark ne?

Vücudumuzda meydana gelen işlev bozukluklarına genel olarak hastalık diyoruz. Daha doğru bir ifadeyle, vücudumuzun iç ortamını sabit tutabilme (homeostazis) yeteneğini sekteye uğratan ve vücudun dinamik dengesini bozan uzun süreli değişiklikleri hastalık olarak nitelendiriyoruz. Hastalıklar, iç ve dış faktörlerden kaynaklanabildiği gibi, genetik ve yapısal bazı eksikliklerden ve kusurlardan da kaynaklanabiliyor. Ayrıca hastalıkları temel olarak geçici (akut) ve süreğen (kronik) olarak da ikiye ayırabiliyoruz. Geçici rahatsızlıklar, genellikle ilaçlarla tedavği edilebilen, kendisini ortaya çıkaran etken ortadan kaldırıldığında iyileşen hastalıklar olarak düşünülebilir. Süreğen, yahut kronik hastalıklar ise uzun süre bedenimizi etkileyen ve onun bir parçası haline gelmeye başlayan hastalıklardır.

İlaç, vücudumuzdaki düzensizlikleri ve rahatsızlıkları tekrar düzene sokmakta kullandığımız madde veya bileşiklere verdiğimiz genel bir isim. İlk ilaçlar tabiatı ve özellikle de hayvanları gözlemleyerek, bitkilerden veya doğal minerallerden elde ettiğimiz özütlerdi. Sözgelimi, bir insanın ishalini tedavi etmek için, hastaya ishal hayvanların yediği otları yedirmek veya bu otlardan hazırlanmış bir çay yahut macunu uygulamak sorunu çözebilmenin en doğal ve mantıklı yoluydu. Daha sonra bu doğal terkipleri rafine etme yolları araştırılmaya ve bulunmaya başladı ki “geleneksel bitkisel kürler” böylece ortaya çıktı. Farklı bitkilerin yüzyıllar süren tecrübelerden yola çıkarak değişik oranlarda hazırlanan bileşimleri ile bir çok hastalık tedavi edilmeye çalışıldı. Bu sürecin en son perdesini ise ilaç olarak kullanılan kaynaklardaki “etken maddeler”in yalıtılmış bir şekilde elde edilmesi ve yoğun bir halde hastalıklara karşı kullanılması oluşturdu ki bu gün ilaç bilimi (farmaokoloji) dediğimiz alan da işte bu uğraştan doğdu. Modern tıbbın temelini oluşturan ilaçlar işte bu şekilde doğal kaynaklardan elde edilen, yahut daha sonraki dönemlerde yapay yollardan (sentetik olarak) elde edilen maddelerin uygun dozlarda kullanılmasına dayanır.

Elbette, sözgelimi, bir bitkisel terkibin içindeki etken maddeleri saflaştırarak, bunları hastalıkların tedavisinde kullanmanın oldukça pratik yanları var. Hastalıkları en hedefe odaklı ve hızlı bir biçimde tedavi etmek, bitkilerin yılın belirli dönemlerinde bulunabilmesine mukabil ilaçlara her zaman ulaşabiliyor olmamız, ucuzluk ve doz kontrolü gibi avantajlar elbette inkar edilemez. Fakat ilaçların bu günkü yoğunlukta hayatımıza girmesi aynı zamanda direnç, yan etkiler, doz aşımları gibi istenmeyen sonuçların da ortaya çıkamasına sebep olmakta.

Uygun durumlarda ve uygun bileşimlerde hazırlandığı takdirde bitkisel tedavi kürlerinin bir çoğunda görülmeyen yan etkiler, modern farmakolojinin ürünü ilaçlarda sıklıkla karşımıza çıkıyor. Mesela, söğüt ağacının kabuğundan hazırlanan bir “çay kürü” ağrı kesici etki gösterirken genellikle midenizde fazla bir sorun yaratmaz; fakat aynı ağacın içindeki ağrı kesici etken madde olan asetil salisilik asit adlı maddeyi saflaştırıp “aspirin” adlı bir ilaca dönüştürdüğünüzde, bir tarafta etkisi çok hızlanır, diğer yandan da mide ve kan pıhtılaşma problemlerini daha sık yaşamaya başlarsınız. Zira aspirinin içindeki asetilsalisilat miktarı hem doğal kaynaklara göre çok yüksektir, hem de o ilacın içinde etken madde olarak sadece asetilsalisilat vardır. Halbuki doğal terkip bundan çok daha farklıdır ve bu etken maddenin beraberinde, çoğunun etkisini bilmediğimiz bir çok organik ve inorganik bileşen mevcuttur.

Antibiyotikler de tıp uygulamalarında çığır açan ve bakteri kökenli hastalıklarla mücadelemizde bize çok önemli avantajlar sağlayan silahlarımızdır. Daha doğrusu yakın zamana kadar öyleydi. Fakat özellikle bilinçsiz ve yersiz antibiyotik kullanımı sonucu, antibiyotik tedavisine dirençli bir çok bakteriyi kendi ellerimizle ürettik ve biz antibiyotiklerimizin gücünü ve etki aralığını (spektrumunu) artırdıkça, ileride soyumuzu tüketmeye aday, yepyeni dirençli hastalık bakterilerinin oluşumunu sağlıyoruz. Hastalıkları kontrol altına almakla yetinmeyip, “kökünü kazımak” motivasyonuyla yola çıkıyoruz artık.

Fakat bu yoldaki kararlarımızı, tabiatı ve canlılığı tam olarka anlamadan aldığımız için, farketmeden kedni sonumuzu da hazırlıyoruz aslında… Hastalıkları “düşman”, hastalık etkenlerini “düşman askeri” olarak gören çarpık anlayış sayesinde, içinden geldiğimiz doğal canlı örtüsünü kendimize düşman etmeyi sanırım başaracağız…

Modern tıbbın dayandığı temel bilimsel yaklaşım indirgemeci (reductionist) anlayıştır. Buna göre, bir bütünü anlamanın yolu, onu oluşturan parçaların özelliklerini anlamaktan geçer ve “bütün” dediğimiz şey, parçalarının özelliklerini toplamıdır. Buna mukabil, son yıllarda bilimv e düşünce dünyasında önemli etkiler yapan “kaos ve karmaşıklık bilimi”nde ise bütüncül bir algı ve beliren davranışlar söz konusudur. Yani parçaları ne kadar iyi bilirseniz bilin, bütünün özelliklerini tahmin etmekte bunlar size çok sınırlı bir fayda sağlar; zira bu tip karmaşık sistemler, farklı düzeylerde, doğrudan nedensellikle açıklanamayan, “zuhur eden” (beliren; emergent) özelliklere ve davranışlara sahiptirler.

Karmaşık bir “sistem” olarak canlı bileşimler

Canlı bedenler, ister bitki, ister insan olsun, son derece karmaşık, farklı düzeylerde çok farklı görüntüler veren, çok düzeyli hiyerarşiye sahip karmaşık sistemlerdir. Bedenlerin ürettikleri ve kullandıkları bileşimler de aynı şekilde, çok üst düzeyde karmaşık bir içeriğe sahiptir. Canlı bedenlerin kurallarına ve türeyişlerine baktığımızda, biyoloji biliminin bize söyleyebildiği en net gerçek, canlı bedenlerde “lüzumsuz” bir şeyin var olmadığıdır. Canlılardaki bütün sistemler ve bileşenler, organizmanın yaşadığı çevre şartlarına en iyi uyuım sağlamasına yönelik ince bir ayarlamanın ürünüdürler. Milyonlarca yıl boyunca ince ayarlamalarla bu günkü halini alan bu bileşimler, sürekli değişen çevre şartları ile de her an yeniden düzenlenmekte ve canlının hayatta kalması için en uygun yoğunluklarda üretilip tüketilmeye devam etmektedir. Canlı bedenler yaşamlarını sürdürmek için gereken kimyasalları üretip tüketirken “azami” (maximum) veya “asgari” (minimum) oranları gözetmezler; onların temel hedefi “en uygun (optimum) bileşim”i yakalamaktır ve bunu da çok mahir bir şekilde yaparlar. Bu tip karmaşık sistemlerin rastgele davranmadığını; önceden öngörülemese bile son derece karmaşık bir “düzen”e sahip olduklarını, karmaşıklık biliminin de yardımıyla artık daha iyi anlayabiliyoruz.

Bu mantıkla bakıldığında, karmaşık bir sistem olan canlı bedenin ürünlerinin de değişik seviyelerde “karmaşıklık” özelliği göstermesi gerektiğini rahatlıkla fark edebiliriz. Bir makina gibi tasavvur etmeye alıştığımız canlı bedenlerin üretimleri hiç de bir makinanın üretimine benzemez. En basit salgılarda bile onlarca farklı bileşen vardır. Örneğin akciğerlerimizden salgılanan ve soluk alırken akciğerlerimizin şişebilmesini mümkün kılan “surfaktan” adlı salgının içinde bir düzineden fazla etken madde vardır (dipalmitoil fosfatidil kolin, surfaktan proteinleri A, B, C, kalsiyum, fosfolipidler vs.). Bu tip salgıların bir çoğunun içeriğini tam olarak bilemiyoruz; sadece etkilerine bakarak çıkartabildiğimiz bazı belli başlı bileşenlerini tesbit edebiliyoruz. Bu doğal bileşimlerin en önemli özelliği ise, içindeki bileşenlerden bir tanesinin yokluğunda; yahut miktarındaki bir artışta, o bileşimin biyolojik işlevlerinde belirgin bir bozulmanın olması… Yani küçük büyük demeden tüm bileşenler, bu bileşimlerin içinde önemli görevler yükleniyorlar.

Böyle bakınca, biyolojik ortamdaki bileşenlerin “karmaşık sistemler” olarak algılanması zorunlu hale geliyor. Karmaşık sistemlerin doğal ve yapay tüm örneklerinde de olduğu gibi, bu bileşimlerin “zuhur eden” (emergent) bazı özellikler göstermesi şaşırtıcı değildir. Canlıdan elde edilen karmaşık bileşimler bir yandan bazı rahatsızlıkları iyileştiren (yahut hafifleten) etkiler yaparken, diğer yandan, o etken maddeyle birlikte alınan diğer bileşenler, sözkonusu etken maddenin etkisini sınırlandırmak, hastanın bedeninde başka düzenleyici mekanizmaları faaliyete geçirmek gibi ilave işlemler yürütüyor olabilir. Bu maddeleri ayrı ayrı uguladığınızda bu zuhur eden etkiyi tekrar edemeyeceğiniz gibi, bu maddelerin saf halde verilmesinin vücudun iç dengesini bozması daha kuvvetli bir ihtimaldir; zira bu maddeler hiç bir canlı bedende bu saf hali ile bulunmazlar…

Doğal bileşimlerdeki “know-how”

Endokrinoloji uzmanı Dr. Deepak Chopra, “Quantum Healing” adlı kitabında, doğal bileşimlerin bir çeşir “know-how” özelliğine sahip olduğunu öne sürüyor. Yani doğal bileşimlerde bir arada bulunan çok sayıda madde, tek tek saflaştırıldıklarında elde edilemeyen bir “maharet” sergiliyor; canlı bedeni nasıl “iyileştireceklerini biliyormuşçasına”, sağaltıcı etkiler gösterebiliyorlar. Chopra’nın doğal bileşimlere atfettiği bu özellik, doğada çokça gördüğümüz gibi, karmaşık sistemlerin zuhur eden özellikleri bağlamında kolayca anlaşılır hale geliyor. Canlı bileşimlerdeki “nasıl yapılacağını bilebilme” anlamındaki “know-how” bilgisi, o bileşimlerin canlı bir bedenden elde edilmesi ve o bedende de canlılıkla ilgili belirli görevleri yürütmek üzere hazırlanmış olmasında yatıyor.

Bir karaciğer hücresinde gerçekleşen metabolik tepkimelerin bir kısmı; büyük görmek için resmin üzerine tıklayınız.
Bir karaciğer hücresinde gerçekleşen metabolik tepkimelerin bir kısmı;
büyük görmek için resmin üzerine tıklayınız.

Tek hücreli organizmalardan bitkilere, sürüngenlerden insanlara ve balinalardan planktonlara kadar bu gezegende yaşayan tüm canlılar olarak hemen hemen aynı biyolojik bileşenleri paylaşıyoruz. Hepimiz dünya dediğimiz bu yaşamküre içinde yaşamak üzere ayarlanmış son derece hassas ve bir çok bileşeni ortak bedensel mekanizmalarla yaşantımızı sürdürüyoruz. Bu büyük ailenin bireylerinin bedenlerindeki bileşimlerin de birbirlerine çeşitli dozlarda ve durumlarda uygun olacağını; hatta tedavi edici özellikleri bulunacağını akletmek gayet kolay. Fakat modern farmakolojinin “nimetleri” olan ilaçlar ve insanoğlunun doğaya meydan okuyan yıkıcı yaşam tarzı, bizi bu doğal ve “yavaş” yöntemleri araştırmak ve uygulamak konusunda çok fazla cesaretlendirmiyor. Özellikle modern tıp dünyasının halen bu temel konulara bu denli ilgisiz olması günümüzde anlaşılabilir bir olay değil. Zira tıp bilimi, biyolojik alemin önümüze serdiği bu fırsatlara kulak tıkadıkça, hem bizler tedavi olmak için binlerce yan etkiye katlanmak, her sene direnci artan hastalık etkeni mikrorganizmalarla savaşmak ve kronik hastalıkların tedavisini unutup belirtileriyle uğraşmak gibi bir kadere saplanıp kalıyouz, hem de ortada fırsat kollayan bir çok “iyileştirme şarlatanı”na ardına kadar açık bir pazar bırakıyoruz. Bilimsel bilginin ve yöntemlerin bu gün ulaştığı seviye, bize, başlangıç düzeyinde de olsa, karmaşık sistemler hakkında yepyeni şeyler söyleme şansı verirken, bizim hala 18-19. yüzyıl indirgemeci bilim anlayışı ile “tedavi” yapmaya çalışmamız anlaşılabilir bir durum değildir.

Acilen, sistem ve karmaşıklık meselelerini anlamış, canlılık denen şeyin karmaşıklığını ve boyutarının farkında ve karmaşıklığa saygılı bir hekim ve araştırmacı nesline ihtiyacımız var…[divider] [/divider]

Bu yazıya ilaveten: Alternatif tedaviler ne zaman işe yaramaz?

Ömrümüzden uzun kavgalar
Alternatif tedaviler ne zaman işe yaramaz?

İLGİLİ YAZILAR:

Alternatif tedaviler ne zaman işe yaramaz?

Daha evvelki “Bitkisel tedaviler nasıl işe yarar?” başlıklı yazımdan sonra gerek internette gerekse yüzyüze yaptığım bazı konuşmalardan sonra ilave bir konuda kalem oynatma ihtiyacı hasıl oldu: Bitkisel tedavilerle ilgili o yorum,…