Ramazan ayı geldiği zaman kadın-erkek tüm Müslümanlara farz olduğu üzere tatlı bir oruç telaşıdır başlar. Oruç, tan yeri ağarmasından (imsak) güneşin batışına kadar yeme içme ve cinsel aktiviteyi durdurma anlamını taşıyan zorlu bir ibadetin adı. Hele ki kuzey enlemlerinde yaz günlerine denk geldiği zaman! Bu kadar zorluğa neden katlanırız? Bu orucun bize bir faydası var mı? Varsa nedir? Dilim döndüğünce aklıma gelenleri (şu Ramazan gününde) sizinle paylaşayım…
İbadetleri yerine getirmenin temel nedeni “Allah’ın öyle emretmiş” olmasıdır. Herhangi bir emir öncelikle bu sebeple uygulanmalıdır. Ardından ise o emrin veya ibadetin yahut yasağın “hikmetini” araştırmamız da mümkündür. Oruç için de yıllardır gazetelerden okuduğumuz bir çok hikmet üzerinde durulur: Midemizi dinlendirir (o öldürücü iftarlara ve sahurlara rağmen!), vücudumuzdan zehirlerin atılmasını sağlar (iftardan sonra içtiğimiz o sigara ve çaylardan, tükettiğimiz tatlılardan vs sonra!), fakir fukarayı anlamamızı, onlara daha bir sempati ile yaklaşmamızı sağlar (bütün gün aç durduktan sonra iftarda bir kuzuyu tek başımıza yiyerek mesela), nefsimize hakim olmayı bize öğretir (şu ramazan günü trafiği birbirine katan oruçlu arkadaşlara biri bunu hatırlatsa ya?), yardımlaşma ve paylaşma duygularını artırır (evet, trafikte kazara şerit ihlali yapınca daha bir belli oluyor bu etki!), bünyeyi daha sağlıklı yapar (iftarda yenen bunca şeye rağmen mi? hiç sanmıyorum!) vs vs…
Bu hikmetler, evet orucun içinde olabilir. Fakat biz neden o hikmetlerle pek az karşılaşıyoruz? Neden oruçlu insanları genellikle sinirli, huzursuz, kavgacı vb. bir ruh hali içinde görüyoruz? Oruçta bir sorun olmadığına göre bu insanların orucunda eksik olan nedir?
Oruç tutarken hissedebileceğimiz muhtemel huzursuzlukları tevil etmek için genellikle, oruç sırasındaki açlığın, zaruri açlıkla empati yapmak, fakir-fukaranın halini daha iyi anlamak için güzel bir deneyim olduğu savunulur. Halbuki akşam olunca istediğini yiyebilecek birisi için bu açlık öyle bir empati sağlamaz pek.
Aslına bakarsanız, orucun temel hikmeti bana göre ne fukarayı anlamaktır ne de sağlıklı olmak. Oruç, kendimizi anlamamızı sağlar. Şu dünyanın her şeyine ne kadar bağlı olduğumuzu; en basit alışkanlıklarımızdan birazcık uzak kalmanın bile bizi nasıl tarumar edebildiğini bizlere bir aylık bir süre içinde gayet göze batacak bir şekilde gösterir. Orucu nasıl tuttuğumuzdan bağımsız olarak, oruç ibadeti sırasında gösterdiğimiz tavır ve hislerimiz; bize o ibadetin mihenk taşında kendimizi ve ibadetle olan ilişkimizi gösterir. Yani oruç aslında bizim bir aynamızdır; bakmayı seçtiğimiz takdirde Ramazan ayı içinde kendimizi yılın başka bir zamanında göremeyeceğimiz farklı açılardan görebiliriz. Oruç “tam” oldukça; yani, Ramazan’ı tüm açılardan diğer zamanlardan farklı geçirmeyi kafamıza koydukça, aynadaki görüntü çok daha berrak ve bilgilendirici bir hal alır…
Oruç tutarken bazı insan sinirli olur. Evvelden benim de öyle günlerim oldu, hem de sayıları hiç az değildir! Oruç sırasında gergin olan insan, bu gerginliğini genellikle diğer insanlarla açıklar: Diğerleri oruç kafayla sinir bozucudur, diğerleri oruca saygısızdır, diğerleri özellikle Ramazan’da gelip damarımıza basar, vs. vs… Halbuki bunların hiç birisi genellikle gerçek, yahut gerçeğin tümü değildir. Oruç tutarken gergin olan insan, aslında yaptığı ibadetin havasına girememekten dolayı sıkıntıdadır.
Oruç, bir seçimdir; fakat günlük hayatta yapageldiğiniz bazı şeyleri yapmamayı seçmek, bazı dimağlarda bir “kısıtlanmışlık” duygusu oluşturur; hele ki etrafta “özgürce” yiyip-içenler varsa! Halbuki, oruç ibadetinin aslında, iradi olarak yemeyi-içmeyi kesmek; bunu istemli olarak seçmek vardır; yani oruç, gerçekten de özgür irademizle seçtiğimiz bir davranış biçimidir. Özgür olmayan insan bu ibadeti yapamaz. (madde bağımlılığında da aynı psikoloji söz konusudur; bağımlı kişi, özgürlüğünü kısıtlayan bu bağımlılıktan kurtulmayı denediğinde beyni ona sanki özgürlüğü kısıtlanıyormuşçasına, rahatsızlık verici sinyaller gönderir). Bazen alışkanlıkla, bazen çevreye uymak adına tutulan oruçta ise bu kısmın eksikliği, ibadeti yapan kişide kendisini hemen hissettiriverir… (Meşhur Temel fıkrasını bilirsiniz: Sıcak bir yazlık mekanda, bir Ramazan günü oruçtan bunalmış bir halde gezinen Temel, gönüllerince yiyip-içen turistlerden birine yanaşarak “dininizin kıymetini bilin, kıymetini! demiş ya… O misal…)
Oruçlu insan, çevresiyle münasebetinde orucu bir bahane olarak kullanıyorsa, o ibadetin yerini bulmadığını düşünürüm hep. Oruç, kuramsal olarak insanı hep daha pozitif, daha müsbet davranmaya itmeli. Oruçlu insan diğer zamanlara nazaran daha dinamik, daha nazik, daha sakin, daha itidalli ve daha şefkatli olabilmeli. Oruç, sadece ağızdan gireni değil, ağızdan ve zihinden çıkanı da, hal ve hareketleri de kontrol edebilmeyi gerektirir. Oruçlu bir insan, çevresine gönderdiği her negatif sinyal ile sadece kendisine değil, bizzat oruç ibadetinin kendisine olumsuz duygular oluşturacak bir hata işlediğini fark edebilmelidir. İslam’ın öz kaynaklarından, Kur’an ve Hadislerden öğrenebileceğimiz oruç, aslında böyle bir şeydir; fakat (özellikle günümüzde kentlilerde gözlenen) orucun bazen bu hedeften fersahlarca saptığına şahit olabiliyoruz.
Kısacası oruç, yüksek bir bilinç deneyimidir. Ramazan, bu deneyimin bizlere teklif edildiği özel bir zaman dilimidir. Orucu başkalarını değil, kendimizi anlamak, kendimizi dinlemek ve kendimizi özgürleştirmek için tutabilirsek, işte o zaman bu ibadet amacına bir adım daha yaklaşabilecektir kanısındayım. Zira “kendini bilen Rabbini bilir” sözünde de ifade bulduğu gibi, Allah’ın rızası, muhtemelen, kendimizi bilmekten geçer. Ve bunun için oruçtan daha iyi bir fırsat varsa, ben bilmiyorum…
“Allah (CC) Adem oğlunun (işlediği) her (iyi) amel, kendisi içindir. Yalnız oruç müstesna! Çünkü oruç, benim için tutulur. Onun mükafatını (ancak) Ben veririm’ buyurdu.” (Hadis-i Şerif)
*** Dikkat: Bu yazının seslendirilmiş versiyonunu aşağıdaki oynatıcı yoluyla dinleyebilirsiniz (Seslendiren: Volkan Kutluer):