Nasıl öldürüyor, nasıl öldürtüyorlar?

Düşünceler, Genel, Güncel

Bir çokları anlayamayacak olsa da anlatmak zorunda olduğumuz, gecemizi gündüzümüze katarak insanlara hatırlatmakla yükümlü olduğumuz şeyler var. Her ne kadar menfi duyguların coştuğu bir hengamda akıl ve analiz gözden düşse de, olur ya, bir okuyan, bir lahza olsun üzerinde düşünen birileri olur diye anlatmamız gereken şeyler var. Zira menfi galeyan tarih boyunca hiç bir şeyi çözmedi ve çözmeyecek. Kardeşi kardeşe düşman edebilen bir psikolojik vasat her ne kadar aklı devreye sokmayı imkansızlaştırsa da; adına sosyal iletişim dediğimiz o internet ağları her ne kadar aklımızı iğdiş edecek raddede dezenformasyonu beynimizin kıvrımları arasına boca etse de, söylenmesi, konuşulması, düşünülmesi ve tatbik edilmesi elzem şeyler var.

Birbirimizi öldürüyoruz yine. Hem derin bir vahşet, hem de saklayamadığımız bir şehvet hissiyatına büründü bu cinayetler. Terör örgütü eline geçirdiği “dinlenme” ve “güç toplama” fırsatını ilk bahanede saldırıya geçerek kullandı. Tabiatının gereğini icra etmeye başladı. Yöneticilerimiz, kısmen hüsn-ü niyetlerinin, kısmen okuma eksikliklerinin, kısmen ifrata varan güç vehimlerinin etkisiyle gidişatı okumakta geri kaldılar. Kaçınılmaz sonuç, otuz küsür senedir olduğu gibi, yeniden hepimizi vurmaya başladı. Gencecik çocuklar, asker olsun, terör örgütünün elemanı olsun, patır patır ölüyorlar. Yüzlerce, binlerce cenaze kalkıyor, aylar mesabesindeki bir zaman diliminde. Dağda terör örgütünün simgelerini taşıyanlar ölünce, devletin yanında olan seviniyor. Üzerinde devletin simgelerini taşıyanlar öldürülünce, dağdakiler ve sempatizanları seviniyor. Karşı taraftan her ödürmeyi hanemize artı bir sayı olarak yazarken, kaybettiğimiz her canı “şehit” sayıyor, hıncımızı ve öldürme arzumuzu daha da bilemekte kullanıyoruz. Kurumsal yapılar, ister devlet gibi hukuki olsun, ister terör örgütleri gibi gayrı kanuni, kendi ortak akılları etrafında hareket ederler. Duruma göre, savaşa, ateşkese, siyasete, diyaloğa yahut kavgaya karar verebilirler. Üç-beş adamdan oluşan konseylerin kararı olur bu genellikle. Onların aklı kadar bir ufuk içinde, mensubiyetleri ve silahlı güçleri altında istihdam ettikleri insanların kaderlerini belirleyecek kararlardır bunlar. Örgütsel yapılanmaların arasına ufak bir farklılık dahi koysanız, düşmanlık için yeterli gerekçeyi elde edebilirsiniz; zira insan psikolojisi her türlü farklılığı ötekilik olarak algılamaya doğuştan meyillidir. Bu farklılıklar, bu gün olduğu gibi, bir devlet ve kuvvetleri ile bir terör örgütü ve kuvvetleri söz konusu olduğunda, çok daha derin ve kesif. Artık savaş kararının önünde hiç bir engel yoktur.

Fakat kameranızın merceğini aşağıda, alanda, dağda, kışlada, elinde silahla sahaya sürülen insancıklara çevirdiğinizde, manzara birden başkalaşıyor. O manzarayı görmenizi istemiyor haber kaynaklarınız. Sizin gözünüzden o yüzden özenle gizlemeye çalışıyor işin insani yanını. Bu devletin askerleri de, dağdaki teröristler de aslında ekseri gencecik insanlar. Ne yaptıkları konusunda ancak büyük şehirlerden birinde rahat içinde yaşayan bir gencin ne yaptığından haberdar olduğu kadar, belki de bir “tık” daha fazla farkındalıkları var. Bir şeylere inanmaları istenmiş, bir şeyler uğruna hayatlarını ortaya koymaları ve muarızlarını öldürmeleri emdedilmiş. Öyle de yapıyorlar. Başka çıkar yolları yok çoğunun. Biz o gencecik insanların daha hayata doğru dürüst başlayamadan biten hikayelerini bir kaç saniyeliğine haberlerde duyuyoruz. Eğer sadece birine, hatta tercihan, “karşı ve zalim” tarafta olduğunu düşündüğümüz birine, olabildiğince yakından bakabilsek, sadece bir tanesine… O gence, ailesine, yetiştiği ortamına, yavuklusuna, kardeşlerine, arzularına, heveslerine, hayallerine… Yürekler bu gün olduğu gibi nefretle değil, büyük ihtimal, merhamet ve “keşkeler” ile çarpacaktı. Ama bunu biliyorlar ve böyle yakından bakmayalım; orada “skor” yerine “insan” görmeyelim diye, ellerinden geleni yapıyorlar.

Bu yazıyı okuyanların istatistiksel olarak büyük kısmının, “terörist” denen çocukları, eğitimli birer cani, katil, gözü dönmüş vahşiler olarak gördüklerini var sayabilirim. Çok az bir kısmınız ise belki Türkiye Cumhuriyeti’nin askerlerini aynı gözlükle görenlerdendir. Şimdi kalabalık olanlarınız bu son cümleye şaşırmışsınızdır. Türk askeri nasıl “cani-katil-vahşi” olur diye, değil mi? İşte bir yerlerde, sizden başka ortamlarda yetişip sizden başka haber kaynaklarından beslenenler de, sizin “küçük Muhammed” kastıyla Mehmetçik dediğiniz; çatışmadan hayatını kaybettinde gönlünüzde “şehit” makamına yerleştirdiğiniz o gencecik insanlara, buna denk bir gözle bakıyor. Bunu “kötü yahut aptal oldukları” için mi yapıyorlar? Ekseriyetle hayır! Bu genç kalabalıkların birbirlerini gözlerini kırpmadan öldürebilmesi için bunun mühendisliğini yapanlar, bu nefrete bilerek ve isteyerek planlı bir biçimde körük tutanlar bunu istiyor. Aynen size yaptıkları gibi, onlara da bunu uyguluyorlar, hem de yıllardır. Bu planlayıcıların da “askerleri” var. Onları basının kalemleri, muhabirleri, editörleri, köşe yazarları, planlayıcıları ve bilumum emekçileri olarak görebilirsiniz. Onlar da kendilerine verilmiş görevi yapmak dışında ufkun ötesini göremeyen askerler, gerillalar, yahut adı her ne ise, onlar gibi neferler. Bunları kullanarak birilerinin kalabalıkları birbirine kırdırmayı her seferinde başarmaları, bu askerlerin, yani sizin ve benim psikolojik özelliklerimizi çok iyi biliyor olmalarından kaynaklanıyor.

Şimdi yine ve yeniden, sokakların karıştırılması gündemimizde. Sağda solda saldırılar, taşkınlıklar, coşkunluklar, öfke dolu tepkiler gırla gidiyor. Orada da neferler devrede. Ve bu neferlerin her yakıp yıkması, mesela adında sırf Diyarbakır geçiyor diye bir kebapçıyı ateşe verebilmeleri, yahut sırf Türkiye Cumhuriyeti’ine ait diye bir şeyleri kırıp dökmeleri, her bir kesime yıllardır sağlanan planlı ve güdüleyici “eğitim”lerin bir başarısıdır. Daha büyük başarı, böyle bir ülkede, bu gün hala Türk ve Kürt diye bir ayrım meselesinin olması gerektiği zihniyetini pompalama çabalarının geldiği noktadır. Gerek resmi devlet eğitimi, gerekse gayr-ı resmi devlet karşıtı propagandaların büyük kısmı, aklı devre dışı bırakan slogan ve endoktrinasyonlardan örülü. Bu ahmaklaştırıcı sistemi, insanı tepkisel bir otomata indirgeyen bu aşağılayıcı usulü, bilerek isteyerek sürdüren ve el altından her yolla destekleyen planlayıcılar, bu gün ve böyle günlerde, ellerini ovuşturup içkilerini keyifle yudumluyorlar. Çünkü bu onların başarısı. Bizim başarısızlığımız ve tabii ki onların başarısı…

Bu günkü terörün sebebine dair binlerce laf uçuşuyor ortada. Seçin alın deniyor adeta; ister Cumhurbaşkanını, ister hükümeti, ister HDP’yi ister PKK’yı iste cemaati ister bilmem neyi suçlayabilirsiniz. Ortaya çeşitli karışımlar dahi ısmarlayabilirsiniz. Ama bunlar, yaka silktiğiniz, artık dursun dediğiniz bu vahşetin sadece “üst aktörleri, yönetmenleri, hatalıları, basiretsizleri, şanssızları” vesair olabilirler en fazla. Devletin görevi var olan bir tehdidi kökünden yok etmektir. Terör örgütünün görevi elden geldiğince terörize ederek amacına vasıl olmaya çalışmaktır. Bunlarda bir rolünüz varsa istediğiniz gibi oynayın. Ama yoksa sadece tezahürat yapan birer seyirci olmak zorunda değilsiniz. Esas oyuncular sizlersiniz. Nefretle her duyduğunuzu sağa-sola yayarken, bir tıkla herkesi planlanmış ajitasyonlara davet ederken, bunu düşünmek zorundasınız. En azından canını toprağa vermek zorunda kalan bir şehit anne-babasının gösterdiği vakarı gösterebilmeniz gerekir. Kendinizi küçük gördüğünüzü, kalabalık içinde sadece cılız bir ses olarak şartlandırıldığınızı ve kendinizden daha fazlasını beklemekten korkacak şekilde yetiştirildiğinizi biliyorum. Çünkü kendimizi öyle bilelim istiyorlar. Ama değiliz! Biz insanız! Biz yeryüzünün en kudretli, en üst düzeyde yaratıcı fikir üretebilen, en sosyal canlılarıyız. Siz, her biriniz, İnsan’sınız. Bu oyunları bozma gücü her birinizin elinde; kullanmakla insan, kullanmamakla sürüde bir baş olmak tercihi de dahil, her şey bizim elimizde.

Ne yapacaksınız peki? Yakında bakın. Düşmanınıza, ölüp de toprağa düşen asker olsun, terörist olsun, sivil olsun, o gencecik canlara yakından bakın. Bir günlüğüne olsun, taraftarlığınızı, partizanlığınızı, ideolojinizi, ezberinizi, bildiğinizi sandığınız inancınızı ve görmenizi engelleyen her türlü batıl itikadınızı bir kenara bırakın ve yakından, iyice yakından bakmaya çalışın. Acınızı dindirmek için acı istemekten vaz geçin artık. İstediğiniz intikamın ve acının, acınızı katlayacağını, kanserleştireceğini biliyorsunuz. O zaman yakından bakın, merhamet edin, insanlığınızın gereğini hatırlayın ve başı kestirecek değil savaşı kesecek sözleri arayın ve bulun. Bulamazsanız bari sükut ediverin. Politkacıların, terör örgütü yöneticilerinin, para babalarının, komutanların ne yapacağını kara kara düşünmenin, siyaseti günlerce yıllarca tartışmanın, onlara akıl vermek için canhıraş feryatlarla sokaklara dökülmenin, tarafınızın alamadığı intikamınızı almak için kendi adaletinizi sağlama adına katılabileceğiniz her türlü taşkınlığın bir faydasını gördüyseniz, veya tarih boyunca bir faydasını gören olduysa, buyurun, devam edin. Yoksa, bu dünyanın efendisi olmaya uygun davranışlarımızı hep birlikte gözden geçirelim ve öncelikle bizi, her birimizi, adına insan denen o kıymetli varlığı, nasıl bu hale düşürebildiklerini, nasıl bu hallere düşebildiğimizi bir anlamaya çalışalım.

Anladığımız an, çözeceğimiz andır…

Ne olur, bari kendinize merhamet edin…

Paylaş ve rahatla!
İnanç (bu devirde) ne işe yarar?

İLGİLİ YAZILAR:

Ömrümüzden uzun kavgalar

Yarım asra yakın zamandır bu ülkede yaşıyorum. Yetmişlerde küçük bir çocuktum; seksenlerde erken gençlik, 90’larda delikanlılık, 2000’lerde erişkinlik ve şimdilerde de orta yaşlılık dönemlerinden geçerek, çok şükür, devam ediyoruz nefes…