Her öğrendiğimizde, her algımızda, her düşüncemizde değişiriz.
Beynimizin en şaşırtıcı özelliğidir bu. Beyin dediğimiz organ değişmeden faaliyet gösteremez. Bütün bedenimiz öyledir aslında; derimiz bıçağın veya dikenin yaralayıcılığını, yara izleriyle hatırlar; beynimiz ise deneyimleri, sinapsları ve sinirsel devrelerindeki anlık, dinamik değişikliklerle…
Yeni doğmuş bir bebeğin beyninde her saniye 1.8 milyon yeni bağlantı kurulduğunu hesaplıyor bilim adamları. Statik bir et parçası gibi görünen o muhteşem orkestra, her an yeni evrenler kuruyor, yeniden organize oluyor. Bu değişim ömür boyu devam ediyor. Boyutlarını öğrendikçe, ne kadar inanılmaz, ne kadar muhteşem bir “rutinimiz” olduğunu biraz daha iyi anlıyoruz.
Yaşadığımız büyük olsun, küçük olsun, her deneyim, karşılaştığımız her insan, karşımıza dikilen her engel, çıkan her fırsat, her bir düşünce, tüm hayaller ve hayal kırıklıkları, tüm lezzetler ve acılar, beynin nanoskopik devreleri arasında izlerini bırakıp bizi her an başka insanlara dönüştürüyorlar. Yaşamak tam olarak böyle bir şey…
Canı sıkılırken bile dönüşür insan…
Bu döngü içinde, iradesi, istekleri, arzuları, umutları ve gelecek tasavvuru ile benzersiz faillerden birisidir İnsan. Aynen diğer türdaşları gibi, yaşadıkça değişir ve değiştirir. Hem kendisini, hem de herkesi. En uzak insanın 6-7 kişilik mesafede olduğu bu küçük dünyada, her karar, her deneyim, her düşünce, kısa zamanda hepimizi değiştiriyor.
Sabit fikir bir patoloji, durağanlık ise en büyük yanılsama…
Kısacası, maddeden ziyade, bir okyanusun dalgaları gibiyiz. Değişen, dönüşen, kabaran ve zamanı geldiğinde sessizce sönüp, aslına dönen…
Neticede, yaşam bir çember; ve onun içinde sonsuz ihtimaller…